Liyakat kelimesi Türk dil kurumu sözlüğüne göre bir kimsenin, kendisine iş verilmeye uygunluk, işe yaraşırlık durumudur. Arapça LYK kökünden gelme ve yakışma, layık olma demektir.
Yeterlilik ilkesi olarak da adlandırabileceğimiz liyakat, verilen görevi başarı ile yapabilme yetisi ve işi yapabilme yetkinliğine sahip olma olarak tanımlanabilir. İşe yerleştirmede ve yönetici atamalarında o işe uygun olan insanın atanması, görevlendirilmesi anlamında kullanılmaktadır.
Yönetim ve atama kavramlarının var olduğu tarih boyunca liyakat konusu farklı toplumların gündeminde olmuştur. Liyakat yönetim kademesinin de gündemindedir çünkü pozisyona en başarılı olacak insanı seçmeyi, atamayı ve başarılı olmayı hedeflemektedir.
Görevlendirme atanan kişiye güç sağlar, maddi ve manevi çıkar elde edecektir. Bu nedenle atama beklentisi olanların bir mücadelesi vardır. Mücadelede adam bulma ve kayrılma talepleri ortaya çıkmaktadır.
Kayırma yöntemi ile atanmak için mücadele edenler her tarihte var olmuştur. Günümüzde olduğu gibi geçmişimiz de layık olmayanların görevlere atanması söz konusu olmuştur. Yapılan yanlışlardan edinilen dersler sözel veya yazılı olarak bizlere aktarılmıştır.
Yönetim bilimine biz batı kültürünün yaklaşımı ile bakmaktayız. Ben ise içinde bulunduğumuz Ekim ayı münasebetiyle, 1092 Ekim ayında şehit edilen Nizamülmülk'ü saygı ve rahmetle anarken, kitabı siyasetnamesinden alıntılar yaparak konuyu değerlendirmek isterim.
Kitaptan ilk Alıntım; "Filozof Buzurcmihr'e dünyada kendisi gibi tedbirli ve bilgili bir insan olmadığı ve bizzat devletin idarecilerinden olduğu halde Sasanîoğulları padişahlığının niçin yıkıldığını sordular. "İlk sebep, Sasanîlerin büyük işlere, iş bilmeyen, ehliyetsiz ve akılsız kişileri tayin etmeleridir. Diğer sebep, akıllı, uyanık ve bilgili kişilere değer vermemeleridir."
Siyasetname'deki satırlar bize yönetimde liyakat usulüne uygun atama yapılmamasının olumsuzluklarına işaret ederken, akıllı, uyanık ve bilgili insanlara değer verilmemesinin olumsuz sonuçlarının olduğunu anlatmaktadır.
Şirketler/Devletler de layık insanların göreve atanmamasının sonucu olarak şirketin/devletin yıkılması, yok olması sonucu ortaya çıkabilmektedir.
Büyük Selçuklunun, büyük veziri danışman olarak seçilecek kişide aranacak faktörleri ele alırken liyakat konusunu anlatmaktadır.
Bunun için ikinci alıntıya bakalım. Bu hususların güncel karşılıkları parantez içindeki kelimelerle vurgulanmıştır.
1."Padişahların memleket işleri için âlimlerle meşveret (danışma) yapması İşler hakkında kendisiyle meşveret (danışma) yapılacak kişinin kuvvetli görüş sahibi olması gerekir. (Vizyon)
2.Herkesin bir ihtisas sahası vardır, bir kişinin çok iyi bildiği bir işi, diğeri bilmez. Bir insanın bilgisi vardır, pratiği yoktur. Fakat bir diğerinin bilgisi de, pratiği de, yeterli tecrübesi de vardır. Bunu şöyle açıklayabiliriz: Bir şahıs bir hastalığın ilacını kitaplarda arar, bulur, okur, üstelik bütün ilaçların isimlerini de bilir, o kadar. (Uzmanlık-Bilgi-Pratik-Tecrübe)
3.Bir diğeri bütün ilaçların isimlerini bildiği gibi, hasta tedavi etmiş ve defalarca tecrübe yapmış ise, bu iki zat asla aynı olamaz. Aynı şekilde, pek çok sefer yaparak dünyayı görmüş, zamanın acı ve tatlı anlarını yaşamış, başından türlü işler geçmiş bir adamla, hiç yolculuğa çıkmamış, vilâyetler görmemiş, yolculuk sıkıntısı çekmemiş adam aynı olamaz. (Muhakeme-Mukayese)
4.Bu hususta bilginlerin ve cihan görmüş ihtiyarların tecrübesinden istifade edilmelidir. Zekâsı çok keskin bir kişi bir işin gelişmesini ve neticesini hemen görebilir, bazıları bunu anlayamaz. Bilginlerin bir sözü vardır: "Bir kişinin tedbiri bir kişinin kuvvetine, iki kişinin tedbiri iki kişinin kuvvetine bedeldir". Şüphesiz on kişinin kuvveti bir kişinin gücünden çok daha fazla olur. (Yaş-Zekâ)
5.Böyle karşılaştırma yapanlar, dünyaya Peygamberimiz Muhammed (s.a.)'den daha âlim kimse gelmediğine ittifak etmişlerdir. O'nun bilgisi hakkında söylenecek söz yoktur. Görüp bildikleri haricinde göklerin, yerlerin, Cennet ve Cehennemin, levh, kalem, arş, kürsî ve benzeri pek çok şeyin bilgileri kendisine arz edildi. Cebrail gelip vahiy getirdiği zaman görülen ve görülmeyen şeylerden kendisine haber veriyordu. Bu kadar yücelik ve mucizelere sahip olduğu halde Allah Taâlâ "Ey Muhammed! Bir iş yapacağın zaman işinde onlara danış" (Âl-i İmran 3/159) veya "Önemli bir olayla karşılaştığın zaman dostlarınla meşveret et" diye emrediyordu. Hâlbuki Muhammed (s.a.) meşveret etmekten sakınmıyordu. Hiç kimse de "Benim kimse ile müşavereye ihtiyacım yok" diyemez. (Tevazu-İletişim)
Bu satırları okuduğunuzda Selçuklu vezirinin danışman kişide aradığı özellikleri bir araya getirdiğimizde, şu faktörleri görmekteyiz.
1. Vizyon
2. Uzmanlık
3. Bilgi
4. Pratik
5. Tecrübe
6. Muhakeme
7. Mukayese
8. Yaş (Çalışma süresi)
9. Zekâ
10. Tevazu
11. İletişim
Sayılan faktörlere baktığımızda muhakeme ve mukayeseden kişinin düşünme şeklini ve karar verme becerisini anlayabiliriz.
İletişim her dönemde gerek mesajları aktarmak gerekse insanları anlamak ve yönetmek için çok önemli olmuştur. Zeka ve kavrama becerisi, vizyon, strateji yeni kavramlar olarak günümüzde zihnimizde yerlerini alırken, 926 sene önce bu güncek terimlere benzer anlatımları büyük vezir kullanmaktadır.
Hizmet süresi, tecrübe ve bilgi birlikte ele alınırken aralarındaki bağ ortaya konulmaktadır. Tevazu ise güç sarhoşluğuna ve ortak akılı yaratmada ki etkisini ortaya koyabilmek için kullanılmaktadır.
Siyasetnameden üçüncü alıntımız; Bilginler, "Liyakatli ve denenmiş köle, bin oğuldan daha iyidir" demişlerdir.
Bu söz şu manada söylenmiştir: Bir itaatkâr kul 300 oğuldan iyidir. Oğul babasının ölümünü, öteki ise efendisinin yücelmesini ister.
Bu açıklamada liyakat ve denemiş köle derken, liyakat, tecrübe, ehliyet ve sadakat birlikte ele alınmaktadır.
Günümüzde iktidarlar kendi ekipleri ile çalışmak istemektedirler ki, bu sadakat beklentisinin sonucudur ve doğaldır.
Günümüzde yöneticiler yalnızca seçimde liyakat faktörlerine göre karar vermemelidirler. Doğal olarak atayan seçim yaparken liyakatin değerlendirilmesinde önem verdiği diğer faktör ise Sadakat olmalıdır.
Sadakat Türk dil kurumu Türkçe sözlüğüne göre içten bağlılık, sağlam, güçlü dostluk anlamına gelmektedir. Sadakat ölçümü ve değerlendirilmesinde sayısal bir değer söz konusu değildir. Güven duygusuna bağlı değerlendirilen bir algıdır.
Sadakat güven duygusuna bağlı olduğuna göre tek yönlü olması gereken bir eylem değildir. Yöneticinin bir alt yöneticiden ve çalışanından beklediği sadakat, çalışanın için yöneticisine güvenmesi anlamına gelmektedir.
Güven duygusu oluşmadan takım ruhu oluşamaz ve günümüzde takım olmak ve ekip ruhu oluşturmak için büyük emekler ve kaynaklar harcanmaktadır. Takım olmadan, güven oluşmadan yönetimlerin başarılı olması mümkün değildir.
Bu noktadan hareketle liyakatin yanı sıra yönetimlerin güvenecekleri ve beraber çalışacakları insanları seçme hakları vardır. Kişiler önce liyakat ilkesine uygun adayları belirleyecek ve layık olanlar arasından güvenecekleri kişiyi seçmelidirler.
Atamaları ve personel seçiminde yalnızca liyakat ilkesine bağlı değerlendirmeler gerçekçi olmamaktadır. Atamalarda liyakat ve sadakat ilkesinin birlikte düşünülmesi yönetimde başarılı olmanın önemli unsurlarıdır.
Sadakatin mutlaka sınırı olmalıdır, Bu sınırı belirleyenler hukuk, ahlak, vicdan ve toplumsal değerlerdir.
Üst makamda olan sadakati sınırsız olarak düşünmemelidir. Güç ve kudretin sınırları ile sadakatin sınırlarının benzeştiğini unutmayınız. Körü körüne sadakat, yönetimde söz konusu olmamalıdır.
Konuyu ele alırken üç adımda yürüdük
ilk adımda liyakat,
ikinci adımda sadakat ve
üçüncü adımda sadakatin sınırını ele alarak yönetimde başarılı olabilmek için gerekli safhaları bir araya getirdik.
İnsanlar yönetim konusunu değerlendirirken genelde analitik yaklaşımla liyakate veya sadakate bakmaktadır, aslında bütünü görerek ve değerlendirme yapmak gereklidir. Bu nedenle üç unsuru da bir arada değerlendirmek ve ele almak uygun yaklaşım tarzıdır.
Yalnızca liyakat faktörlerine bakarak, kişiyi layık diyerek atamak ve bu kişinin sadakatinde sınır olmaması ve her şeye olur demesi vermesi ve körü körüne biat etmesi vicdan, ahlak, adalet ve toplum değerlerine aykırı işlem yapması durumunda başarılı yönetimden söz edilemez, çalışanlar ve toplum bundan rahatsızlık duyar.
Lütfen çalıştığınız kuruma, Şirketin/Kurumun farklı kademelerinde ki yöneticilerine bakarak dört soruya cevap veriniz.
1.Atananlar liyakat usulüne göre mi atanmaktadır?
2.Atananlarda sadakat ilkesi aranmakta mıdır?
3.Atayan ve atananlarda karşılıklı güven var mıdır?
4.Sadakatin sınırı atananların uygulamalarında var mıdır?
Cevaplarınız olumsuz ise, doğru ve adil yönetilmediğinizi değerlendirmiş olacaksınız. Başarısız yönetimin sonucu ne olabilir,
Yönetim ilkelerinin, insan unsurunun olduğu her yerde benzerlik olduğu için Sun Tzu ile konuya batığımızda "Komutanlar devletin kalesidir. Kalenin her noktası sağlam ise, devlet güçlü; kale çürükse devlet zayıftır."
Yöneticilerin yanlış seçiminin sonucu olarak yönetimin zayıf olduğunu açıklamaktadır.
"Komutanına güven duymayan askere ceza verildiğinde asker komutanına itaatkâr olmayacaktır. İtaatsiz asker ise asla zafer kazanamaz. Komutanına inanan askere ceza uygulanmazsa asker komutanına güvenini yitireceğinden yine başarısız olacaktır."
Güven duygusunun ceza ve başka yöntemle sağlanmayacağını, başarının karşılıklı güven ve itaate bağlı olduğunu Sun Tzu vurgulamıştır.
Kuran'ı Kerim'in Nisa Suresi'nin 58'inci ayetinde şöyle deniyor:
Saygılarımla
Fikret GÜZELLER
Kaynaklar:
Nizamülmülk -Siyasetname Nurettin BAYBURTLUGİL-Dergâh Yayınları-1981
Sun Tzu-Savaş Sanatı- Adil DEMİR-Kastaş Yayınları-2008